30 Ekim 2010 Cumartesi

Fotoğraflarındaki gibi anılarında da kapıları aralık bıraktı



Fotoğraflarındaki gibi anılarında da kapıları aralık bıraktı

Sermayenin asi çocuğu Şakir Eczacıbaşı"ndan sıra dışı anılar...


Şakir Eczacıbaşı’nı çoğu kez hafif aralık tuttuğu kapı fotoğraflarıyla tanıdım... Penceresinden eksiltmediği saksılarıyla, sokak aralarında yüzü olmayan gölgeleriyle... Sanki ‘resim’ yaparmışçasına çektiği bütün o fotoğraflar; aslında aralık bırakılan kapıdan içeri girmeniz için kurgulanmış gibidir... Sizi henüz tamamlanmamış, yaşanmamış bir şey gibi önce eksik bırakır... Öyle sanırsınız... Oysa geri kalan her şeyi siz tamamlarsınız.

Şakir Eczacıbaşı’nın geçtiğimiz Ocak ayında vefatı; onunla röportaj yapma isteğimi hep ertelemiş olduğum için belki de meslek hayatımın en büyük pişmanlıklarından birini yaşamama neden olmuştu. Tam da bu nedenle aylar sonra Remzi Kitapevi’nin önünden geçerken vitrinde Şakir Eczacıbaşı"nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” adlı kitabını görünce önce sevindim ama ardından çok üzüldüm; “Sermayenin asi çocuğu” Şakir Eczacıbaşı bu son kitabını eline alamadı, dostlarına imzalayamadı, kitapçı vitrinlerinde kendi kitabını göremedi... Bize 782 sayfalık öfkesini, sevincini, övgü ya da eleştirilerini ve daha da önemlisi bize kapısını sonuna kadar açtığı dostlarını bırakırken, kendi kapısını kapattı...

Aslında kitap sadece uçuk bir sanatçı kararlı bir iş adamının anıları değil; bu kitap aynı zaman da Türkiye’de toplumsal ve kültürel çözümlemeler üzerine... Türkiye’nin sosyal ve kültürel sürecine ilişkin gözlemlerini, tanıklık ettiği olaylar ve kişiler üzerinden yorumluyor. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından, askeri darbe dönemlerine; Kemal Tahir’den Eyüpoğlu kardeşlere, Sabahattin Ali’den Cimcoz’lara, Abidin Dino, Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal’den Şakir Paşa ailesine kadar uzanan bir süreci ele alıyor.

AŞİYAN MEZARLIĞI’NDA ENTERNASYONAL MARŞI

1941"de siyasal görüşleri yüzünden İstanbul’dan uzaklaştırılan 1946’ya kadar Güney Anadolu’da yaşayan 1952’de Paris’e yerleşen ressam Abidin Dino, Eczacıbaşı’nın anılarında geniş yer tutuyor. 1993’te Paris’te ölen Abidin Dino’nun cenazesi Türkiye getirildiğinde törene binlerce kişi katılmış, o Küçük Bebek Camii’nin avlusu tıklım tıklım dolmuş, gelenler sokağa taşmıştı. Ezcacıbaşı o günleri şöyle anlatıyor; “... Onu Orhan Veli, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi ozanların, sevdiği dostlarının bulunduğu Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa vermiştik. Abidin gömülürken birkaç kişi ‘Enternasyonal’i söylüyordu. Mezarın yakınında duran birinin sivil polis olduğunu anlamıştım, ne olur ne olmaz diye yanına yaklaşıp “Abidin’in dostları... Gençliklerini hatırladılar” dedim. “Boş ver ağabey... O işler çoktan bitti” dedi sivil polis. Sonradan öğrendiğimize göre marşı başlatan kişi yıllar önce Abidin sürgüne götürülürken birlikte kelepçelendikleri biriymiş. "Önce kim ölürse onun mezarı başında öteki, Enternasyonal’i söyleyecek diye birbirimize söz verdik" diyormuş.”

1946’da çok partili düzene geçilmiş olmasına karşın yazar-çizerlerin gözaltına alınıp tutuklandığı sürekli polis tarafından izlendiği günler... Abidin Dino dostu Sabahattin Ali öldürülünce yurt dışına çıkmaya karar verir. Şakir Eczacıbaşı kitabında Dino’nun o günlerde eşinden aldığı bir mektuba da yer veriyor:
“... Abidin Roma’da iken eşi Güzin’den çok can sıkıcı hem de gülünç bir haber almıştı. Dino’nun bir dostunun isteği üzerine yaptığı seramikler toplatılmış, mahkemeden inanılmaz bir karar çıkmıştı. Seramikteki Abidin imzası Orak’a benziyordu ve bu simge ‘Orak Çekiç’i’ akla getiriyordu. Neyse ki bu garip dava mahkûmiyetle sonuçlanmamıştı...”

PARİS ‘SÜRGÜNLERİNE’ RAKI SOFRASI SÜRPRİZİ!

Saint Michel rıhtımına bakan bir dairenin beşinci katı... Nâzım Hikmet hasta... Yaşar Kemal Köroğlu destanını anlata anlata Nazım’ı beşinci kata kadar çıkartıyor. Abidin Dino’nun evi... Dostlar bir araya gelmiş, Güzin Hanım yemek yapmaya hazırlığında... Ancak kapı bir kez daha çalınıyor... Gelen paket Şakir Eczacıbaşı’ndan... Şişli’de bir marketten aldığı rakı sofrasını göndermiş... Beyaz peynir, lahana dolması, yaprak dolması, midye dolması iki büyük rakı eşliğinde... Abidin Dino’ya; “Mutluluğun resmini yapabilir misin” demişse de o mutluluğu o gün Dino’nun evinde ölmeden bir yıl önce bu rakı sofrasında yaşamış olmalı ki o geceyi Nâzım dizelere dökmüş...

Şakir Eczacıbaşı kitabında Eyüpoğlu kardeşlere de geniş yer ayırmış. Babalarının karşı çıkmasına rağmen üç yabancıyla evlilik yapan Sabahattin Eyüpoğlu, Bedri Rahmi Eyüpoğlu ve Mualla Eyüpoğlu...

Eczacıbaşı Vedat Günyol’la Babeuf’tan çevirdikleri “Devrim Yazıları” toplatılan Sabahattin Eyüboğlu’nun 12 Mart darbesi sonrasında "gizli komünist örgütü kurmak" suçuyla tutuklanan Sabahattin Eyüpoğlu de için şöyle diyor:

“... O günlerde İzmir’de bulunuyordum. Bir sabah gazeteleri açınca gözlerime inanamamıştım. Sabahattin’in Türkiye Komünist Partisi’nin yurt içindeki örgütünün başı olduğu manşetten veriliyor, tutuklananlar arasında Vedat Günyol, Sabahattin’in eşi Magdi, Yaşar Kemal’in eşi Thilda ve Azra Erhat’ın da adı geçiyordu. Sabahattin Komünist Partisi’nin başı buna kim inanırdı?”

Azra Erhat ile Sabahattin Eyüpoğlu’nun birlikte yaşadığı Magdi Rufer arasında geçen bir telefon konuşmasını dinlemeye alan polis inanmış ki “Bundan öte kanıt mı olur” diyerek hepsini tutuklamış. (Yıllar sonra Magdi de bir röportajında o gün Azra Erhat ile yaptığı telefon konuşmasında ‘çatal’ kelimesini ‘silah’ olarak çevirdiklerini anlatacaktı.) Şakir Eczacıbaşı ise kitabında o günlere ilişkin daha önemli bir bilgi veriyor.

POLİS “PUB”U GİZLİ ŞİFRE SANIYOR

“İzmir’de Sabahttin ve öteki dostların tutuklandığını duyunca uçağa atlayıp İstanbul’a ulaşır ulaşmaz Maltepe Askeri Cezaevi’ne onları görmeye gitmiştim. Cezaevi komutanı olan Albay kibar bir insandı. Hocayı burada tutmaktan dolayı bizde çok üzülüyoruz... Teller arkasına getirilen Sabahattin parmak izleri alınırken mürekkebe batırmaktan ötürü parmaklarında kara lekeler vardı. “Bak lekelenmiş adam oldum. Onca hizmetten sonra devlet bunları yakıştırdı bana... Görmediğim, duymadığım, bilmediğim şeyler soruyorlar durmadan... Durmadan ‘Pub’ sözcüğünün anlamını soruyorlardı, bunun bir şifre olduğunu söylüyorlardı. Sonra birden aklıma geldi. ‘Siz bunu Magdi’nin mektuplarında mı gördünüz’ deyince ‘Evet, eşiniz bu şifreyi kullanıyor’ dediler... Hani yabancılar babalarına ‘Pub’ derler ya onu şifre sanmışlar...”

ERBAKAN HEYKELİ KALDIRDI ECEVİT KARŞI ÇIKMADI

Şakir Eczacıbaşı’nın kitabında sola eleştirel yaklaşımı ve bu konuya ilişkin çarpıcı örnekleri ise başlı başına değerlendirilmesi gereken ayrı bir konu. Eczacıbaşı kitabında Ecevit’in iktidarda kalma uğruna Erbakan’ın isteklerine boyun eğerek gericilik hareketlerine göz yumduğunu da belirtiyor. Cumhuriyet’in 50"nci yılı dolayısıyla sanatçı Gürdal Duyar’ın Karaköy’de dikilen “Güzel İstanbul” adlı çıplak kadın heykelinin nasıl kaldırıldığını anlatırken şöyle diyor: “MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan "Karaköy’e dikilen bu heykel kaldırılacaktır. Siz istemeseniz de ben bu heykeli tutarım diyen hükümette kalamaz!".. Aynı gece Heykel kaldırılmış. Ecevit’in Robert Koleji’nden sınıf arkadaşı, CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’da "Bu kentin alanları halkın inançlarına ters düşen heykellerle bezenemez" demişti.”

CİMCOZLAR VE SABAHATTİN ALİ CİNAYETİ

Kitapta en ilgi çekici bölümlerden biri de Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle ilgili. Sabahattin Ali’nin ölümü Cimcozların adını da gölgeledi. Annesi Alman, babası albay ve Türk sinemasının ‘dublaj kraliçesi’ olarak tanınan Cimboz’un avukat kocası Mehmet Ali Cimcoz, olayı Şakir Eczacıbaşı kitabında şöyle anlatıyor:
“... Kendisi anlatırdı kahkalar atarak; Cimcozlar senin neden evlerinde kalmanı istesin?.. Onlar gizli polis, bilgi almak için seni kullanıyorlar’ derler, O da "Bir polisin evinden daha güvenilir bir yer bulunabilir mi? Onlara gittiğimden beri kimse bana dokunamıyor’ dermiş. Ben birkaç kez böyle yapma sen dalga geçiyorsun ama onlar senin söylediklerini sahi sanıyorlar demiştim. Sonunda dediklerim çıktı Sabahattin Ali öldürüldüğünde, onu benim ele verdiğime inandılar...”

Cimcoz kitapta Şakir Eczacıbaşı’na Sabahattin Ali ile nasıl tanıştığını, Sabahattin Ali’nin nakliye işine nasıl girdiğini, kamyonu nasıl aldıklarını ayrıntılarıyla anlatırken Ali’nin ölümünden sonra Cimcoz ailesinin geçirdiği sarsıntıyı dava sürecinde yaşananları ise Eczacıbaşı müthiş bir gözlemci ruhla anlatıyor. Tıpkı fotoğraflarında gibi, eksik bıraktığı parçaları sizin birleştirmenizi ister gibi kapıyı kitabında da aralık bırakıyor...

***

Edebiyat ve sanat şövalyesi

1929’da İzmir’de doğdu. Robert Kolej"in ardından Londra Üniversitesi"nde eczacılık okudu. Uzun yıllar Eczacıbaşı İlaç Kuruluşu’nda genel müdürlük, Eczacıbaşı Topluluğu Yürütme Kurulu Başkanlığı ve Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Uluslararası şenliklerde ödüller alan Eczacıbaşı Kültür Filmleri dizisini Sabahattin Eyüboğlu ve Pierre Biro’yla hazırladı. 1965’te Onat Kutlar’la birlikte Türk Sinematek Derneği’nin kuruluşuna öncülük etti ve on y ıl süreyle başkanlığını yaptı.

Eczacıbaşı’nın kurduğu ve başkanlığını üstlendiği basketbol, voleybol ve masatenisi takımları Türkiye şampiyonlukları kazandı. Ülkemizin önde gelen fotoğraf sanatçıları arasında yer aldı. 1996’da iş hayatından çekildi. Fransa’nın Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı ve TC Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi. 1993’te, İstanbul’da uluslararası beş sanat festivalini düzenleyen İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yönetim kurulu başkanlığına seçildi ve bu görevini 2010’da yaşama veda edinceye kadar sürdürdü. 
Belma Akçura

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder